3 Kasım 2013 Pazar

Kahve Diyarı'nda Bir Dem "Çay"...

Çay içme sanatını öldüren marka kültürüne savaş açmak, bir pazarlamacının işi olmamalıydı... Dünya, bu derece "markalaşmamalıydı"....

Şimdi efendim, İzmir'deki ilk iktisat kongresinden 90 yıl sonra, Cumhuriyet'in 90. yılında İzmir'de yapılan 5. İzmir İktisat Kongresi, hayatıma bolca insan, biraz network, birkaç beklenmedik tesadüf, ve "markalaşma"nın yeni bir yüzünü ekledi Ekim sonu itibariyle...

Uluslararası İlişkiler'e yıllarını vermiş-öyle ya da böyle verdim şimdi Allah için-, sonrasında İşletme'ye gönül vermiş, kendine fazlaca güvenmeyen bir pazarlama doktora öğrencisi olsam da, tüketim bağımlılığına ruhen ve manen açmış olduğum savaş, ünlü Kahve Diyarı'nın çay bağımlılığıma açmış olduğu bilinçli karşı savaş ile bir kat daha perçinlenmiştir.

"Marka kent İzmir" oturumunu beklerken, bilinen ve biraz da maddi gerçeklerin desteği ile birdenbire popüler ulusal markalardan biri haline gelmiş Kahve Diyarı'nın marka kimliğine açık bir tehdit olarak gördüğü için hizmet ürünleri arasına dahil etmediği çay, benim gibi bu ülkenin pek çok insanının en az kahve gibi bağımlılığı sanırsam... Annem "ben bugün kahve içmedim, ayılamadım, başım ağrıyor" derken, cümlenin sadece nesnesini (hatta engin lise edebiyat bilgilerimizden hatırladığım kadarıyla sanırsam belirtisiz nesne idi) değiştirdiğimizde aynı cümleyi kuran benim gibi pek çok insan olduğu aşikar bence...

Birkaç kahveseverle birlikte sohbet etmek ve zaman geçirmek üzere oturduğunuz bir mekanda seçim şansınızın sıfıra indirgenmiş olması mı, yoksa kendi zevklerinizle başkalarının zevkleri arasında bile sizi bencilce bir seçim yapmaya iten marka kültürü müydü asıl sinirime dokunan bilmiyorum... Düşünsenize, bencilleşmeyi tenkit ettiğimiz ve bundan haylice şikayet ettiğimiz, hatta bunu dünyadaki sorunların, kişisel çıkar arayışlarının temel nedeni olarak gördüğümüz ve gösterdiğimiz bir düzende, yine insanın kendi yarattığı markalar bile sizi karar verirken bencil olmak ya da olmamak arasında bir seçim yapmaya iter nitelikte... Sohbet etmek için oturacağınız mekanda sizin ya da başkalarının isteklerini göz önüne alarak karar vermek... Es kaza oraya oturmuşsanız, ve yine tesadüfen çantalarınızdan bilinmeyen bir zamanaın keşfedilmemiş bir köşesinden saklanmış bir "Earl Grey" poşeti çıkarsa, ve siz garsondan hayata ve markalaşmaya karşı kendi kültürel değerlerinizi birazcık korumak için yalnızca sıcak su ister-ve bir içecek parası ödemeyi bile göze alırken- o size "bu benim işten atılma sebebim" derse, marka kültürüne en derin sevgilerinizi iletebiliyorsunuz. Test ettim, onaylamadım.

Markalaşmaya karşı mıyım? Hayır değilim, yanlış anlaşılmasın. Ama eğer markalaşma, hayatta sanat ruhuyla yapılan pek çok şeyi yok edecek düzeye ulaşmışsa, insanların tercihlerini, zevklerini sınırlandıran veya onları "tercih etmeye" yönelten bir boyuta gelmişse, o iş hizmetten, markalaşmaktan çıkmış, kimlik savaşı haline gelmiştir bence. Ki, yine söylüyorum, dünyadaki pek çok sorunun temel nedeni de kimlik savaşları değil midir?

Bir garsonun müşterisinin tercihlerini, ihtiyaçlarını, ya da o anlık talebini yerine getirecek hizmeti gerçekleştirmesi, diğer bir deyişle "empati kurması","yardım etmesi", " anlaması", "önemsemesi", "hizmet etmesi", onun çalıştığı kurumun markasına tehdit oluşturduğu için işten atılması anlamına geliyorsa, vay benim memleketimde popüler kültür haline gelen markalaşma ve tüketim kültürüne...

Çay içmek bir sanattır... Kimisi için limonlu çay, kimisi için bir kitap eşliğinde sıcak buhar kokusu, kimisi için sabah keyfi, kimisi için akşam sefası, kimisi için huzur, kimisi için dost sohbeti, ve hatta kimisi için anıdır çay... Yaşamak gibi bir sanattır... Markalaşmak gibi bir sanattır...

Şimdi yol yakınken, işimden mi, çaydan mı, Kahve Diyarı'ndan mı, yoksa yazmaktan mı vazgeçsem?

Ya da en iyisi, durmak yok, yola devam... Bir sıcak çay, bir damla hayat eşliğinde...Çünkü hangi marka olursa olsun, esas olan yaptığımız seçimlerdir. Çünkü esas olan, elinde tuttuğun bir Earl Grey poşetini beş dakika sonra içmek üzere saklarken, sevdiğin insanlarla sohbet edebilmektir...Çünkü her marka, kendi kimliğinde var olan hayatlar gibidir...Ona değer katan da, insanın var edebilme sanatıdır belki de...

Ama yine de çay, candır! İki kesme şekerli, çay kadar sıcacık, tatlı mı tatlı günleriniz olsun; siz yalnızca kendi kimliğiniz ve değerlerinizle markalaşın :)