4 Mart 2014 Salı

İzmir...

İzmir'i sordular geçenlerde bana, anlatsan neler çıkar kaleminden diye. Yüreğinle özdeşleştir, kelimelere akıt, bana kendini anlat İzmir üzerinden dediler... ve bunu diyen, kıramayacağım biriydi... Emir büyük yerdendi...

Şöyle bir düşündüm. Yaratıcıydı İzmir, o nedenle kolaydı anlatmak onu... Basit, sade bir görüntünün ardında nice güzellikler saklanırdı bu şehrin içinde...

Bahar havası gibi sakin ve ferah, sahil şeridindeki evlerin bahçelerinde açan bahar çiçekleri kadar renkliydi.

Kolay sinirlenmezdi, ama onu yağmalamaya, talan etmeye kalkanları da fena benzetirdi hani... Sinirlendi mi, kış yağmuru gibiydi, hızlı ve sürekli akan damlalar barındırırdı semalarında.

İnatçıydı İzmir, süngülerini kolay düşürmez, kolay teslim olmazdı onu ele geçirmeye çalışanlara... Tuttuğunu koparırdı yani...Ama her daim ziyarete açıktı, anaçtı kalbi bu şehrin... Kendine geleni sevgiyle kabullenirdi... Sevgi doluydı şehrin parkeleri...

Paylaşımcıydı İzmir, kendine gelenle tüm karelerini hiç sakınmadan paylaşırdı, olduğu gibi, içinden geldiği gibi sunardı güzelliklerini... O nedenle bir gelen, zor giderdi ondan...Gelir, yerleşir, yıllarca kalırdı bu şehirde...

Dosttu İzmir... İhtiyacı olana, ve ihtiyaç duyduklarına... Kendine gelen kralla sohbet eder, fakirle oturup ekmeğini paylaşırdı... Kucak açardı İzmir, mutlu olurdu kucak açmaktan...

Birleştiriciydi İzmir...Şaşırtıcı köprüler kurardı zamanlar, mekanlar ve insanlar arasında... "Biz birleştirmek için geldik, ayırmak için değil" derdi yani...

Semazenler gibiydi, Konya'dan esen rüzgarın ışığında, nereden gelip nereye gittiğini hep bilen, dünyayı döne döne, kendine dönen bir ruh misali...

Sıcaktı İzmir, içten, doğal ve beyazdı... Dört mevsimi barındırırdı içinde, ama en çok ilkbaharda açardı çiçekleri... Parlaktı... Güneş balçıkla sıvanmaz derlerdi en çok onun için...

Politik olmayı çok iyi bilir, ama bunu erdem olarak görmezdi... "Sandal ağacı gibiydi İzmir" şairin deyişiyle, "Üzerine inen baltayı, kokusuna boğardı"...

Yeri geldi mi düşmanı denize döker, yeri geldi mi aynı düşmanı affeder, kırmızı halı sererdi ayaklarının altına... Onurluydu belki ama onurunu zırh yapmazdı sevgisine... Taçlandırırdı o sevgiyi yeri geldiğinde alttan almayı bildiği bir naiflikle... "Dünyanın en yaşanılası şehrisin" de deseler ona, "benden daha yaşanılası yerler var, ama ben de böyle olduğum için mutluyum" derdi... Kendini bilir, sınırlarını tanır, kaybolduğu yerlerde bile vazgeçmezdi inanmaktan...

Bazen korkaktı İzmir, ama asla vazgeçecek kadar değil kendine ait olanlardan... Sadece, sakinliğe açılan kapıları yeniden keşfedecek kadar korkardı bazen...Çoğu kez, kendisini kucaklayan bir çift el, kendisine gülümseyen bir çift gözle sıyrılıverirdi bu duygudan...

Yağmuru ve güneşi ardarda görebilirdiniz bu şehirde... Gökkuşağı misaliydi terazisi bu şehrin.Yaz yağmurunun ardından güneş açıverirdi iki dakikada...

 Değiştirmek zordu İzmir'i... Doğru olduğuna inandıkları uğrunda seçim partilerine direndiği gibi direnirdi... Ama bir gün bir bakardınız, kendiliğinden bir adım atmış, gene inandığı ve hissettiği için...
Üretkendi... Sanki yaşamın sırrını hayallerinden ve geleceğinden alır gibiydi bu şehir... Eşitlemek ve eşitlenmek üzerine kurulu bir yaşantısı vardı...

Velhasıl kelam, kuzenimin dediği gibi, "İzmir'de yaşamak, bu ülkenin geri kalanında yaşamaktan çok farklıydı galiba"...

Ben mi? Ben galiba tam bir İzmir kızıyım... Tek farkla, çekirdeğe çiğdem, domatese domat, mısıra darı demem ben, o kadar ;) O kadarında da "Ankaralı"lık kaçmış ruhuma az biraz, başka birşey değil...