15 Mayıs 2016 Pazar

ADIM ADIM: IŞIĞIN ÖNÜNDEKİ ENGEL SİZSİNİZ!

Yaşamak, hayata dört elle tutunmak demek değildir. Yaşamak hayata tüm hücrelerinle tutunmaktır.” GÖKHAN

Bazen hayat istediğimiz gibi gitmeyebiliyor ama Tanrı bir şanssızlığın karşısında başka bir yetenek veriyor.” AYŞEN

Bu dünyadaki işim bitti, öbür dünya için bir şeyler yapmak lazım. Günahlarımızı camilerde değil, sokaklarda, caddelerde, dışarıda gerçekleştiririz.” CAN
----
Gözleri görmeyen ama notaları kalbinde duyarak müziğiyle yaşama tutunan Ayşen, yürüyemeyen ama dans edebilen Gökhan, Bora ve Can, down sendromlu diğer onlarca çocuk… Onlar hikayenin yalnızca görünen yüzü. Onlar gerçek hayat!
----
Beethoven’ın Ay Işığı Sonatı’nı nasıl bestelediğinin hikayesini bilir misiniz? Büyük müzisyen yolda yürürken çok güzel bir müzik sesi duyar. Başını kaldırıp sesin geldiği pencereye bakar. Kimin çaldığını merak ederek evin kapısını çaldığında, piyanoyu çalanın gözleri görmeyen bir kız olduğunu görür. Büyülenen Beethoven genç kıza bir isteği olup olmadığını sorar. Kız “Ben ay ışığını hiç görmedim. Bana onu anlatabilir misin?” der ve bunun üzerine Beethoven piyanonun başına oturarak Ay Işığı Sonatı’nı besteler.

Yani mucizeler, hayatın önümüze sunduklarının ta kendisinden çıka gelirler. Bir insandan, bir müzik sesinden, hala atan bir kalpten, çocuğuna tüm engelleri aşmayı öğreten bir anneden ve başına gelen her şeye rağmen hala hayata inanan bir çocuktan gelir mucizeler.

Türkiye’de ilk kez castını gerçek engelli bireylerin canlandırdığı Adım Adım filmi, işte tam da bunu anlatıyor. 6 Mayıs’ta vizyona giren film büyük usta Haldun Dormen, Asuman Dabak , Yüksel İnan ve bizim ülkemizin gerçek engelli bireylerini bir araya getiren ilk yapım. Size çok muhteşem bir film hikayesi anlatmak isterdim. Çünkü film gerçekten öyle!



Ama ne acı ki, henüz bir haftadır vizyonda olan filmi İzmir’deki Karaca sineması hariç tüm büyük sinemalar gösterimden “düşük gişe” bahanesiyle kaldırıvermiş! Oraya baktım yok, buraya baktım yok… Bir tek Karaca “Biz bu hafta da direneceğiz, destek vereceğiz” diyor. Gişedeki görevli halkın duyarsızlığını dile dökerken, filmin sosyal medyada aldığı ilgiyi düşündüm ve bir kez daha büyük bir öfke duydum. Büyük salonda var olan tek matinede, bir Cumartesi günü 95 dakikalık bir filmi, yalnızca YEDİ kişi izledik. YEDİ!

Evet şimdi dağılabilirsiniz. Bu kadarız çünkü. Barda, dışarıda bir yemekte, dost sohbetinde gözü kapalı harcadığımız 120 dakikadan bile az bir süreyi ve topu topu 10 küsur lirayı, bu toplumun en büyük gerçeğine ayırmayacak kadarmışız.

Oysa sosyal medya, beğenilerinizden çalkalanıyordu. Yorumlar, destek sözleri, paylaşımlar gırla gidiyordu. Tüm bunların sonucunda ise toplamda 78 milyona yakın bir ülke, üç milyona yakın bir şehirde, 2000 civarı bir izleyici… Sahi, gerçekten bu kadar mıyız biz?

Oturduğum koltukta, hayatlarını bildiğim o gerçek hikayeleri izlerken, salonda beni görecek çok az kişinin olduğunu bilmeme rağmen küçüldüm. Önce utandım. Sonra fark ettim ki, utanması gereken ben değilim. Bana sıra gelene dek, yaklaşık bir buçuk milyon insan var!

Bu film, üç Oskar ödülüne aday değil veya en iyi film ödülü taşımıyor. Bu film, yalnızca kalbinde insanlık taşıyanların anlayabileceği bir film. Peki, kalbinde hala insanlık olan yalnızca 2000 kişi mi var bu ülkede?


Haldun Dormen dahil tüm oyuncular gönüllüce yer almış filmde. Sinan Uzun’un yazıp yönettiği filmin sonucunda engellilerle vaat edilmiş şeyler var, ama takdir edersiniz ki 2000 küsur kişilik bir gişe, bunun için hiç de yeterli değil. Merak ediyorum, ne yapıyoruz bu sıralar? Başımıza kurşun yağıyor da evden çıkma yasağını mı delemiyoruz? Savaş çıktı eşimizi mi bekliyoruz gözümüz yollarda “acaba sağ mı?” diye… Her şey bir yana, biz birbirimize bu kadar duyarsızlaşacak kadar mı unuttuk her şeyin hepimiz için olduğunu?

Hepimiz aynı hayatın sınırlarında dans ediyoruz. Tek fark, durduğumuz yer ve hangimizin engelleri aşmayı tercih ettiği! Onların deyimiyle, ya onların engeli olacaksınız, ya da engelleri aşmalarını sağlayan ışık.

Ben hala, Türk milletinin içinde aydınlık bir taraf olduğuna inanmak istiyorum. Bu yazı benim sizlere attığım bir adım, yürümesi ise sizden!

Gökhan’ın annesi diyor ki filmde : “İstersen yapabilirsin. İstersen yaşayabilirsin. İki kolu ve iki bacağı olan herkes dans ediyor. Eğer sen sanatçıysan, tekerlekli sandalyede de dans edebilirsin. Yapabilirsin oğlum, inan Gökhan!”



Peki siz onlara, siz kendinize, siz yaşama neler verebileceğinize gerçekten inanıyor musunuz acaba? Peki ya siz hangisini seçeceksiniz? Engel olmayı mı, engel olana ENGEL OLMAYI mı?

İşte o dar geçit, yalnızca bir hafta ve bir sinema bileti uzağınızda. Bora'nın güzel yüzü, Gökhan'ın dirençli kalbi, Can'ın değişen ruhu bir sinema ekranı uzağınızda! Onlar için "ışığa giden yol", sizin için yalnızca 95 dakika, bir sinema bileti kadar uzak! Utanmamak için bir haftanız var. Bu da, sizin sınavınız!

“Birine yalnızca dokunarak değiştirdiğimiz o kadar çok an var ki… Bazen fark ederek, bazen etmeden…”

Siz lütfen en azından bu hafta fark etmeyi seçin. Siz hiçbir şey kaybetmezsiniz, ama onlar bir dünya kazanır. Çünkü onlar değil, onları görmeden yaşadığınız her an, ENGEL SİZSİNİZ!

https://www.youtube.com/watch?v=LMC_2TPgUAw

Filmin gösterimde olduğu sinemalar: