20 Mart 2017 Pazartesi

Esaretim Sensin:Bir Aşk Esareti Öyküsü

Focus Film’den Ankara’da çekimleri süren bir günlük dizi daha ekranlarda... Başrollerinde Metehan Şahiner, Yağmur Özbasmacı Mermer, Özgür Özberk, Gönül Selin Işık, Esengül Aypek, Tuncer Yağcı, Başak Vural gibi isimlerin başrollerini paylaştığı Esaretim Sensin, Beni Affet dizisinin yapımcılarının elinden çıkan ve hafta içi her gün Fox Tv’de saat 17:00’de ekrana geliyor.



Dizide çok yeni meydana gelen konu ve oyuncu değişiklikleriyle Beni Affet dizisinde Elif karakteri ile karşımıza çıkan Esengül Aypek diziye transfer oldu ve Kırımlı ailesinin büyük kızı Simay karakteri ile karşımıza çıktı. Ailenin küçük kızı Yasemin ve ailenin en küçük oğlu Kerim Kırımlı, Simay’a göre hep bir adım geride kalmaya mahkum olmuş ancak dizinin “aşk esaretleri”nin de baş rollerini kapmış isimler.


Kerim Kırımlı rolüyle karşımıza çıkan Metehan Şahiner, yıldızı bence parlayan oyunculardan. Daha önceden Deniz Yıldızı ve Unutma Beni dizilerinde yine Fox Tv ekranlarında yer alan Metehan, Esaretim Sensin’de karşımıza Kırımı ailesinin veliahtı olarak, iki aşk arasında esir alınmış Kerim olarak çıkıyor. Gönül Selin Işık’ın canlandırdığı İpek karakteri ile olan aşkıyla başlayan dizi, Yağmur Özbasmacı Mermer’in hayat verdiği Perihan – yani kısaca kerimi büyüsüyle etkileyen Peri – ile sürüyor. Daha doğrusu, evin hizmetkarlarının üvey kızı olduğundan bihaber Perihan, çocukluğundan beri birlikte büyüdüğü Kerim’e aşık oluyor ve öz annesi Alev’in hayatına girmesiyle, hayallerinin aşkına adım adım yaklaşıyor. 

Kerim-Perihan

Perihan ve annesi Alev
Alev’se bir başka aşk esaretinin başrol oyuncusu... Karşısında, seneler evvel yaşadığı yasak aşkla hayatını karman çorman ettiği Aslan, yani Özgür Özberk var. Aslan’sa, İpek’in babası ve annesinin Alev’le babasının gizli aşkı yüzünden ölüme gittiğinden bi haber, masal prensesimiz...

Aslan-Alev
Sorunsuz, problemsiz, güllük gülistanlık bir aşk değil elbette dizide var olan hiçbir aşk... Öyle olsa adı esaret olmazdı.  Bol miktarda kafa karışıklığı, parça parça tutku, bir tutam imkansız aşk, bolca plan içeriyor hem Kerim ve Perihan aşkı, hem de dizideki diğer tüm aşklar. Aşk bu ya, tıpkı gerçek hayattaki gibi planlarıyla, plansızlıklarıyla, insan kalbini hallaç pamuğu gibi ters yüz eden oyunlarıyla çıka geliyor her bir karaktere dizide...

Diğer bir yanda ise, Simay-Doruk aşkı ile başlayan bir öykü var. O öykü, hızlı bir u dönüşüyle Simay-Emir evliliğine bağlandı çünkü aşık olduğu Doruk’un, kız kardeşi Yasemin’in hayatını mahveden ve bir yıl boyunca akıl hastanesinde kalmasına –istemeden de olsa sebebiyet veren– adam olduğunu öğrenen Simay, bu ilişkiye kökünden bir son verdi. Oysa pespembe bir aşk filizlenmişti bu cephede. Daha önceden Elif Güçkıran’ın canlandırdığı Simay karakteri’ni başarıyla devralan Esengül Aypek, pırıl pırıl yüzüyle ekranda parlamış bence. 


Dizide birden bire içinden bir kötü adam fırlayan Kerim, ilerleyen bölümlerde bence sıklıkla kendi iç dünyasıyla yüzleşmek durumunda kalacak ve bu durum Perihan’ı oldukça zorlayacak. Çünkü kalbindeki tutkuyla Kerim’i avuçlarına almış olsa da, bir erkeğin egosunu asla tam olarak çözemezsiniz! Kendilerinin çözmesi bile sanıyorum epeyce zaman alıyordur...

Diziyi ilk 30 bölümün sonunda değerlendirmeye karar verdiğimde, ilk söyleyebileceğim hikayeleri biraz daha farklı, biraz daha naif kurgulayabilecekleri idi.  Oyunculuklar, oyuncularla özdeşleşen karakterler çok oturmakla birlikte, dizinin özünde vermek istediği belli bir mesaj olup olmadığı şu an için kafamda netleşmedi. Senaristlerin tıpkı Beni Affet’te olduğu gibi, özde bir mesajla yola çıktıkları hissi sanıyorum izleyicide henüz oluşmadı, belki bu yönde kurgulamalar diziyi çok daha başarılı noktalara taşıyabilir. Çünkü Türk seyircisi ne olursa olsun bir parça iyilik, biraz saygı, biraz tutku ve bir tutam hayal arıyor her şeyde... Çünkü Pollyanna masal olsa da, insan kalbinde bıraktığı iz gerçek...

Yapımcılığını Nilgün Sağyaşar'ın, uygulayıcı yapımcılığını Mehmet Erişdi'nin üstlendiği Esaretim Sensin, bir aşk esaretinin öyküsünü ekranlara taşıyor. Günlük dizi olması sebebiyle, uzun çekim süreleri ekrana da aynı detaylarla yansımış. Güzel ekibin yolu açık olsun, siz de Fox Tv’ye hafta içi her gün saat 17:00’de bir göz atın. Esaretim Sensin’in tutkulu ekibi bir tık uzağınızda... 

9 Mart 2017 Perşembe

Aşk ve Gurur: Balonlarla Başlayan Bir Sindrella Masalı

Jane Austin'in eserinden uyarlanan ama ana eseri kopyalamadan ekrana taşınan, ilk bölümü yayınlanmadan da bununla ilgili açıklama yapılmış olan Aşk ve Gurur, Pazar akşamı ilk bölümüyle ekranlara geldi. Pek çok insan ne düşünür bilmem ama ben diziden ilk bölüm için keyif aldım.

"Bana değil, objektife bakacaksın yalnız..." diyen Kenan ve Zeynep sahnesi sanıyorum benimle birlikte izleyicileri gülümseten ilk sahneydi bölümde. Didişmelerin ardında saklı gizli bir hayranlık, ilk kez tanışılan birine duyulan sessiz merak ama bir yandan da insanın egosunun korumacı iç güdüsü... İşte buydu Zeynep ve Kenan arasındaki direnişin nedeni...

"Bana değil, objektife bakman gerekiyor!"
Damla Sönmez ve Mert Fırat'ın baş rollerini paylaştığı, Limon Yapım'ın yapımcılığını üstlendiği ve Show Tv'de ekrana gelen dizinin beklenen reytingleri yakalamadığı söylense de, ben bunun başlıca nedenlerinden birinin fragmanlar olduğunu düşünüyorum.

Öncelikle, belirtmem gerekli ki, dizi kesinlikle bir dram ve entrika dizisi değil, orası belli... Hatta içerik ve metinleriyle televizyon kanallarında bugün sıklıkla görmeye alıştığımız ve neredeyse koskoca bir toplumu acıya, yasa, öfkeye, drama boğan kurguda işlenen dizilerden oldukça ayrılıyor.


Dizinin Damla Sönmez ve Mert Fırat'ın yer aldığı diğer yapımlara göre daha durağan bir tempoda gittiğini reddedemem, ama hatırlatmak isterim ki, bugün reytingleri oldukça iyi giden Bodrum Masalı da böyle bir akışla başlamıştı ama sonradan izleyici içine çekmeyi çok güzel başardı.

Dizideki espri öğeleri bence ustalıkla kullanılmış. Beni en çok etkileyen sahneler, Damla Sönmez ve Mert Fırat'ın ancak masallarda karşımıza çıkacağını hepimizin bildiği sürprizli öpüşmesiydi.

"Sindrella! Bak ayakkabının tekini getiremem, ama koluma girebilirsin..." ve sonrasında yer alan sahnelerin çekimi bence oldukça başarılıydı. Oyuncuların bu kadar beklenmeyen bir sahneyi, bu kadar yaşanılır kılması, çekim açıları ve sonuçta ortaya çıkan sahne, durağan giden bölümde seyirciyi hızlıca içine çeken, "Bir dakka ya ne oluyor orda?" dedirten sahnelerden biriydi. Böyle bir şeyin günlük hayatta sıklıkla karşımıza çıkmayacağını söyleyenleri duyar gibiyim... Haklı olabilirsiniz, ama peki ya tam olarak bunu yaşayanlar? Böyle hikayeler sihirli kalplerin başına sıkça gelir dünyada, sadece herkes göremez... Dahası, sadece inanılan masallar gerçek olur, ve masallara inanan insanlar onlara rastlarlar...

"Sindrella! Ayakkabının tekini getiremem, ama koluna girebilirim..."
Senaristleri takdir ettiğim diyaloglardan biri de, Kenan'ın Zeynep'in arkadaşı ile olan konuşmasına "kulak misafiri" olduğu anlardı... Kenan'ın deyimiyle "Kulak misafiri olduğu", Zeynep'in deyimiyle "ikamet aldığı" anlar... Diziyi eleştirirken, aynı zamanda ince zekaların kullanıldığı yerlerin de hakkını vermek gerek...

Seyircilerle konuşmalarımda ortak tepki "Fragmanlar çok yalnış kullanılmış" oldu... Dizinin yukarıda bahsettiğim güldürü öğeleri içeren, insan duygularına vurgu yapan masalsı ve aslında en can alıcı yanlarını saklamış, daha çok oyunculara ve hikayeye göre fragmanlar düzenlemişler. Bu benim de dikkatimi çekmişti... Yazıda konu edindiğim, üç balon eşliğindeki karşılaşma, düğün sahnesindeki ikilinin restleşmeleri, güldürü öğelerinin olduğu alanlar sahnelense, sanıyorum ilk andan bile daha fazla insanın ilgisini çekerdi.

Hatrlatmak isterim ki, Süper Baba dizisi yıllar önce ilk başladığında reytingleri yerlerde sürünüyormuş, ama hem kanal hem yapım diziye sahip çıkmış ve dizi yaklaşık 5 sezon sonunda zirvede reytinglerle ve dönemin en meşhur dizisi olarak final yapmış, gecelerce insanları ekrana kitlemiş, günlerce insanları hakkında konuşturmuştu.

Aşk ve Gurur, Show Tv'de olması nedeniyle ve karşısında aynı saatte yer alan programlar nedeniyle bir parça dezavantajlı başladı bu yarışa. Ama ben hikayenin oldukça güçlü olduğunu, içinde sakladığı gizli mesajları yavaş yavaş açığa çıkartacağını hissediyorum. Her şeyden önce, bu birebir kopyalanmış bir eser olmasa da, bir klasik eserin ve edebiyat dünyasının en önemli eserlerinden birinin ismini taşıyor. Hikayenin görsel öğelerinin nostaljik olması, bir günlükle başlaması ve ince detaylarla birbirine bağlanması son derece normal.

Dizide Alper Saldıran Zeynep rolünde karşımıza çıkan Damla Sönmez'in avukat sevgilisi, daha doğrusu ona aşık olan Murat karakteri olarak karşımıza çıkıyor ve Zeynep'in, arkadaşının borcuna kefil olduğu için içeri alınan babasını kurtarmak için seferber oluyor. Bu esnada Zeynep'e evlenme teklif etse de, Zeynep'in aklı, dizide yer alan Zeynep ve Kenan'ın ortak tanıdıkları Taylan karakterinin deyimiyle "tüm kadınların ilk görüşte gıcık, ikinci görüşte aşık oldukları" Kenan'da, yani Mert Fırat'ta, kalıyor. Oysa kahramanlarımızı kendi önyargılarından sıyrılmaları gerekecek olan nice hikayeler bekliyor aslında sırada... Alper Saldıran da rolünün hakkını fazlasıyla vermiş bence... İlk kez Melekler Korusun'da karşıma çıkan Alper Saldıran, bu dizide yine benzer bir duruşta, ama gelecek bölümlerde olayların renklenmesi ile duruşunun ne yöne kayacağını hep birlikte göreceğiz.

Mert Fırat-Damla Sönmez-Alper Saldıran / Kenan-Zeynep-Murat

Ağaca takılan üç balon eşliğinde filizlenmeye başlaması beklenen bir aşk, bolca gururlu insan ve örülmesi beklenen bir hikaye var elimizde... Ben yapımcıların ve kanalın diziye sahip çıkması halinde, daha renkli sahnelerin ve beklenmedik bir hikayenin bizleri beklediğine inanıyorum. Ayrıca belirtmem gerekli ki, başrol oyuncuları ve tüm diğer karakterler bence oldukça yerli yerine oturmuş ve şaşırtmıyor. Aksine, kimliklerini fazlaca ekrana yansıtıyorlar... Emeklerine, ruhlarına sağlık...

Sonuçta gururu yıkan tek şey aşktır, hem masallarda, hem de gerçek hayatta...

13 Şubat 2017 Pazartesi

Beni Affet: Yani yok, şey yok, ama yok...

Yaman’ın Güneş’i Feride’ye kavuşturmasıyla güle güle dedik geçtiğimiz haftaya...
Bu hafta ise, rengarenk bölümlerle merhaba dedik Beni Affet’in güzel ruhlu ekibine...
Sahi, bir gün dizi final kararı verirse ben oldukça eksik kalacağım... Bir şeyler atıştırırken bile göz ucuyla bakabildiğim, ruhuma “iyiliği ve iyi insanları anımsatarak” beni
gülümseten, hayata bir mola verdiren güzel bir dizi eksilmiş olacak.
O yüzden dilerim uzun ömürlü olsun bu ekip!
Gelelim güldüren öğelere... Geçtiğimiz hafta, “bir fotoğraf kaç biçimde çekilemez?”
temalı sahnelere şahit olduk ve sanıyorum hep beraber güldük. Sahi, ben niye
Murat ve Sıla’ya bakınca gülümsemeden duramıyorum? Sıla’nın masum sevgisinin
gücü mü, yoksa Murat’ın erkek doğasının kaskatı, hafiften öküz hali mi acaba beni
güldüren? Peki ya sizi, sizi hangisi güldürüyor?
Sıla-Murat
Nusret Şenay ve Sıla ikilisinin sahnelerinde gözlerimden yaşlar geldi. Nusret abi oyunculuğunu yine konuşturuyor... “Seni bu işin içine ben soktum, ben çıkartacağım...” Pek bir iddialısın Osman Kozan, ama bakalım sana benzemediğini sandığın oğlun sana benziyorsa o zaman işin nasıl zorlaşacak...
Oyunculukların gün geçtikçe daha başarılı hale geldiğini söylemeden geçemeyeceğim.
Benim gözüm Bahar-Onur ikilisine gittikçe daha bir alışmaya başladı. Neden derseniz?
Hayat da böyle çünkü... İçinde ölüm var, ayrılık var, acı var; ama tüm bunlara rağmen sıfırdan başlayan ve sevgiyle yeniden inşa edilen hayatlar var her birimizin avuçlarında.
Gaye Turgut Evin ve Saim Karakale ikilisinin ekran bütünlüğü, gözüm zaman zaman
Kemal’i ve o aşkın gücünü arasa da, gittikçe daha oturur hale geldi.
Sanıyorum oyuncular da birbirlerine daha çok alıştılar ki bu da ekrana yansıyor...
Saim Karakale-Gaye Turgut Evin

Yaman yavaş yavaş kalbinin buzlarını eritiyor ve aşk sinyalleri vermeye başlıyor. Pardon, aşktan önce kıskançlık gelir... Kalbi buz kesmiş insanlar, ancak kendilerine yavaş yavaş
değen böyle bir ısıyla farkına varırlar çünkü yaşadıklarının... İşte Feride de hem
kendisinin hem de Melis’in içine düşmek üzere olduğu Bermuda Aşk Üçgeni’nde
Yaman beye tam da bu ısıyı veriyor. Yandık ki ne yandık... Feride Cüneyt aşkının külleneceğine ben inanmıyorum, ama sular bulanmadan durulmaz. Hayatta nasıl ki
sürekli bir mutluluk ve aşk hali yoksa, diziler de tam da bu diziyle ilgili ilk yazımda bahsettiğim gibi hayattan aslında... Bize parça parça hayatı anlatıyor. Biz memnun
olsak da olmasak da, her bir parçamızı yansıtıyor bize...
“Yani yok, şey yok, ama yok” Cüneyt bey diyen Yaman’a ilerleyen bölümlerde Cüneyt’in
nasıl bir karşı atakla geleceği bence çok öngörülebilir durumda ama bunu kendime saklıyorum. Melis-Cüneyt cephesinde sıkı bir senaryo beklediğimi ekleyerek...
“Seni affederim, elini tutarım diye geldim ama yapamayacağım...” diyen Kader ve
Mahir cephesinde ise, tam bir karmaşa söz konusu. Mahir sıkıştı kaldı Ceylan’ın elinde...
Kader çabaladı kendisini aşmak için ama olmadı, yapamadı... Egosu yoktu belki
ama gururu vardı. Pek çok kadının sevgisini içine gömmek zorunda kaldığı anlar gibi...
Eline batan bir toplu iğneyle hıçkırıklara boğulacak kadar güçlü olan sevgisine rağmen,
Kader ilk önce Mahir’i Ceylan’a bıraktı. Ama eğer bir kadının susturduğu kalbinin
üzerinde tepinirseniz, sizinle nasıl konuşacağını hayal bile edemezsiniz. İşte Ceren
Yalazoğlu Karakoç’un başarıyla canlandırdığı Kader karakteri de Ceylan’ın kaderini bugünden sonra nasıl etkileyecek hep birlikte göreceğiz. Önder Atakanlı ile
canlandırdığı Mahir karakteri arasında benzerlikler olduğu kadar büyük farklılıklar
olduğunu da hissediyorum. Kendisine henüz diziyle ilgili soru sorma şansım olmadı
ama inşallah yakında...Ama hissettiğim, Önder Atakanlı’nın da zaman zaman
Mahir’e kızdığı, ama ne yapalım senaristler kalem tutuyor :)
Ceren Yalazoğlu Karakoç - Önder Atakanlı



Demem o ki, “Yani yok, şey yok, ama yok!”, Beni Affet’i izlemeye devam! :)

Eline, yüreğine, kamerana sağlık sevgili Bergüzar Demiroğlu!

25 Ocak 2017 Çarşamba

Beni Affet: "Nice elbiseler gördüm içinde insan yok..."

"Osman'ın ölümü paçangadan olsun!" Nusret Şenay'ın izlediğim son bölümde beni ekran karşısında güldüren ilk repliği...


Uzun zamandır yazmaya ara vermiştim ama Beni Affet ekibi yeniden yazma hevesini içime aşılayacak kadar güzel toparladı bence diziyi. Eh bana da yazmak düştü yine...

Bir süre yazılara ara vermiştim. Çünkü izleyiciyi nasıl yeniden kendisine bağlayacağını ben de merak ediyordum. Zira pek çok fan, Kemal'in ölümünden sonra Bahar ve Onur aşkını zor kabullenirken, diğer bir yanda da Cüneyt ve Feride'nin başına gelenler sonrası diziye bonus gibi düşen bir Yaman vardı! Eh, bunca yeniliğe adapte olmak, biraz zaman alacaktı elbette...


Sizi bilmem ama, ben Yaman'la ilk karşılaştığım sahnede "Bu ne?!" tepkisini vermiş olsam da, Yaman ve Feride cephesinde sahneye konan gelişmelere şimdilerde çok gülümsüyorum. Çünkü bu cephede filizlenecek bir Feride-Yaman aşkından daha çok, yola gelen bir adam kokusu alıyorum. Bam bam! İşte size kadının gizli gücü...


Bence Feride karakterine yansıtılan bu imaj geçtiğimiz sezonlardaki kurban rolündeki Feride'yi ezdi geçti, hatta çok daha renkli ve iyi bile oldu... Türk toplumunda bugün her kadının içinde saklı kalan gücü ve amazon ruhu ekrana taşıyorlar. Şeyma Korkmaz'sa bu elbiseyi üzerine cuk diye oturtmuş bence!

Bir kaç bölüm evvel Cüneyt'in kurbanı Feride'nin beyaz karlar üzerine damlayan gözyaşlarını hepimiz hatırlıyoruzdur. Bu efsane kadın, bir damla yapay gözyaşı kullanmadan bu sahnelerin soğuğunu ve buzunu kalbinin gücüyle ısıtmış resmen! Helal olsun...

Yaman... Ah o burnu dik, havası kendinden uzun Yaman... Diziye yeni eklenen oyuncular arasında bence en güçlü olanlardan. Alışması zaman alsa da, zaman içinde senaryonun devamlılığı açısından bizi farklı sürprizlerin beklediğine inanıyorum.


"Ya benim kokum güzel!"
"Değil! Kadın mısın baharatlı bisküvi mi belli değil!"

Feride'nin baharatı Yaman'ın kalbini yakar, direncinin kalıbını kırarken, Cüneyt ve Feride cephesine bunun nasıl yansıyacağını da sanıyorum bekleyip göreceğiz. Bu arada Yaman'ın babası rolünde karşımıza çıkan oyuncuya resmen hayran oldum... Maviş gözleriyle Nazire'yi büyülediği ve aşkın yaş tanımadığını gösterdiği kadar var yani... İyiliğin sihirli gücü şimdi Feride'nin ellerinde Yaman'ın ailesine dokunacak gibi görünüyor...

Diğer bir yandan, Ceren Yalazoğlu Karakoç'un canlandırdığı Kader karakteri ile Ceylan arasında geçen gerilimler, beni bile ekranın karşısında sinirden deliye döndürebiliyor. Çıkıp Ceylan'ın üzerinde tepinesim geliyor... Ama hakkını vermek lazım, Ceren Yalazoğlu o kadar hakkını veriyor ki Kader'in "kaderinin", onurlu bir kadının kaderi karşısındaki onurlu gücünü ve gururlu ruhunu alkışlanacak düzeyde taşıyor ekrana. Ah Mahir! Zavallı Mahir... Önder Atakanlı sanıyorum şu ana kadar dizide oynadığı rolün en tepki çeken döneminden geçiyordur. Ama bir dakika... Bu böyle kalmayacak elbette... Ceylan'ın kaderinde bakalım Kader daha neler yaratacak, hep birlikte göreceğiz...



Fan yorumlarına baktığımda, bu kadar hızlı bir değişimden memnun olunmayan tepkilere de denk geliyorum. Ama aslında bir de şu açıdan bakmak lazım... Dizi sektörünün içinden geçtiği en zor dönemler muhtemelen şimdilerde yaşanıyor... Senaristler, her gün neredeyse 60 dakikadan daha uzun süren bölümlere, renkli, heyecanlı, tekdüze olmayan ve insanı ekranda tutacak sahnelere hayat vermek zorundalar. Eh, insan beyni bu... Kelimelere hayat veren her insan, bunu yaratım gücünü yaşamın içinde harmanladığı duygularıyla yapıyor. Bu nedenle her sahne, her ekip için farklı senaristler var ve her biri kendi olay örgüsünü canlı tutmak zorunda. Oyuncuların kader yolları ise, yaptıkları seçimlerle her yeni gün yeniden şekillenirken, diziyi vermek istediği ana mesajdan koparmadan, yeni oyuncularla yürütmek emek, sağlam bir kalem gücü ve yürek gerektiriyor.

Ben ekibi tebrik ediyorum, diziden ayrılan oyunculardan sonra bence toplayabilecekleri en güzel biçimde toparladılar.

Her karakter başka bir mesaj, her sahne başka bir hikaye anlatıyor. Ama hepsi insanın özünde birleşiyor, hepsi insanı anlatıyor. Aşkı, aşka rağmen ihaneti, dürüstlüğü, sadakati, saflığı, iyiliği, hayatın getirdiği ve insanı içine düşürdüğü her şeye rağmen esas olanın insanın içinden gelen ruh gücü olduğunu anlatıyor... Tıpkı Şeyma'nın, yani Feride'nin Yaman'a dediği gibi:

"Nice insanlar gördüm üzerlerinde elbise yok. Nice elbiseler gördüm içinde insan yok."

Keyifli seyirler...

21 Kasım 2016 Pazartesi

Romeo ve Juliet: İZDOB Prömiyeri Büyüledi

Aşk düşmanlık tanımaz. Ölüm de... 

Dünyaca tanınmış yazar William Shakespeare'in Romeo ve Juliet'i de, tam da bu gerçeği anlatır.

19 Kasım 2016'da İzmir Elhamra Sahnesi'nde gerçekleştirilen prömiyer ile, İzmir Devlet Opera ve Balesi sanatçıları bu şahane eserden yarattıkları büyüleyici koreografi ile izleyenlere unutulmayacak bir gece yaşattı. Öncelikle, sanatın bize yaşama gücü vermesine ihtiyaç duyduğumuz böyle günlerden geçerken bu eseri İZDOB'a kazandıran Baş Koreograf Kıvanç Ekin'i, ekibini ve baş öğretmen Tolga İyiuyarlar'ı tebrik etmek gerekiyor.

İzmir Devlet Opera ve Balesi-Romeo ve Juliet ekibi
Çaykovski'nin huzur veren müzikleri eşliğinde sahnelenen eserin koreografisi Volkan Ersoy ve Armağan Davran'a ait. Her ikisi de çok büyük isim ve ruhlarının bu büyüklüğünü sahneye çok güzel aktarmışlar. Müzik düzenlemesini Tolga Taviş'in yaptığı eserin orkestra şefliğini İbrahim Yazıcı ve Zdravko Yazarov yaparken, kesinlikle Cumartesi günü izlediğim eserden sonra söyleyebilirimki tüm ekip sihirli... Gerçekten sihirli...

İbrahim Yazıcı, Volkan Ersoy, Kıvanç Ekin
İZDOB kendisini seneler içerisinde fazlaca aşmış ve şu anda yönetimde olan genç ekibin her işe yüreklerindeki tutkuyu kattıkları gerçeği sahne ışıkları altına fazlaca yansımış. İki perde, yaklaşık 110 dakika süren eser boyunca, aşkı iliklerinizde hissederken, o aşkın yaşandığı yüzyıla adeta seyahate çıkıyor, o yüzyılın Romeo'su, bu yüzyılın Juliet'i olmak istiyorsunuz...


Bu aşk, aşıklar şehri İtalya'nın güzeller güzeli Verona şehrinde filizleniyor. Verona'nın birbirine düşman iki ailesi -Capulet'ler ve Montague'ler- hayatlarının hesabını yaparken bir şeyi atlıyorlar. Gerçek aşkı... Bu hikaye, aşk acısı çeken Romeo'nun katıldığı bir partide Capulet'lerin bir başkasıyla görüşen kızları Juliet'e aşık olmasıyla başlıyor. "Hayat, siz planlar yaparken olanlardır" sözünü kanıtlar yeni ve planlanmamış bir aşk olarak... Gerçek aşktan, ne kadar isteseniz de kaçamazsınız.

Romeo-Juliet balo
Juliet'in odasının önünde genç kıza reverans yapan Romeo, Juliet'in kalbini çoktan fethetmiştir ve ikili gizlice kaçarak rahip Laurence'tan kendilerini evlendirmesini isterler.

Romeo ve Juliet-balkon sahnesi
Ancak hayat bu ya, evlendikleri gün  Romeo, Juliet'in kuzeni Tybalt'la karşılaşır. Romeo'nun arkadaşı Mercutio kışkırtmalar sonucu Tybalt'la dövüşür ve onu öldürür. Bunun karşısında Romeo da Tybalt'ı öldürerek arkadaşının intikamını alır... Romeo ve Juliet için şimdi acının zamanıdır...

Lady Capulet ve Tybalt
Olayları öğrenen aile, Juliet'in evli olduğunu bilmeden onu daha önceden görüştüğü Paris'le evlendirmeye karar verir. Bunun üzerine rahipten kendisini uzun süre uyutacak bir ilaç alan Juliet, uzun süreli bir uykuya dalar. Taa ki, ona haber götürmesi gereken rahip kendisine ulaşamadığı için Romeo gelip sevgilisinin öldüğünü zannedene ve onun baş ucunda gerçek bir zehir içip ölene dek uyur Juliet... Uykusundan uyanan Juliet acı gerçekle yüzleştiğinde çok geçtir...

Romeo-Juliet
Aşk düşmanlık tanımadığı gibi, ayrılığı da kabul edemez kalp... Juliet bu kez sevdiği adamın bedeni üzerinde kendisini bıçaklayarak gerçekten ölüme bırakır ve Rahip Laurence onları Tanrı'nın önünde kutsarken perdeler kapanır...

Rahip Laurence & Romeo ve Juliet
Kostümler, ışık düzenlemesi, sahne tasarımı adeta sizi o zamanların yaşanmışlığına çeker gibi... Öyle güzel bir organizasyon ve koreografi yapılmış ki, aşkı da, ölümü de iliklerine kadar hissediyor insan.
Öyle ki, Juliet rolündeki İZDOB baş balerini Aslı Çilek sahnede Romeo'nun eli elinde çığlık attığında, bir an kalbiniz yerinizden sökülmüş gibi hissediyorsunuz... O derece içten, o derece hayattan, o kadar kalplerinize yakın bir koreografi olmuş sahnelenen... Aslı'ysa duruluğu, sahnedeki gerçekliği, tutkusu ve büründüğü her rol ile adeta bütünleşen ruhunun gücü ile izleyiciyi kendisine hayran bırakıyor.Onunla gülüyor, onunla aşık oluyor, onunla acı çekiyor, onunla ölüyorsunuz oturduğunuz koltukta. Çünkü o dans etmiyor, yaşıyor.

Juliet odasında

Juliet-Aslı Çilek
Romeo rolünde karşımıza çıkan Boğaçhan Bozcaada, kesinlikle hem teknikte hem de liftlerde çok iyi görünüyordu... Juliet'i havalarda gördüğüm her an, uyumlarına hayran kaldım dersem abartmış olmam... Her bir pas de deux ben de dengeli bir uyum ve estetik izi bıraktı...



Lady Capulet rolünde Yasemin Altınel, Lord Capulet rolünde Bülent Özdemir çıkıyor karşımıza. Her biri, bale sanatının inceliklerinin hakkını fazlaca vermiş, kıyafetleriyle sahnede adeta uçuşuyorlar. Beni en çok etkileyenlerden biri ise, Rahip Laurence rolündeki Oktay Keresteci idi. Bir eser ancak bu kadar çok büyük ismi bir arada barındırabilirdi. Öyle ki, bir süre sahnede rahibe bakarken "Acaba o mu?" derken buldum kendimi... Öyle ya, büyük isim Oktay Keresteci... Çok da büyük oynamış rolünü... Tam bir rahibe yaraşır nitelikte. Saygıyla eğilmek gerek...

Juliet ve Peder Laurence
Esere sponsor olan Tab Sanat Akademi yetkilileri çok değerli bale sanatçısı Ömür Uyanık ve eşi de prömiyerdelerdi. Öyle güzel bir ekip sahip çıkmış ki bu dünyaca ünlü esere, yabancı balelere taş çıkartan bir sonuç çıkmış ortaya. Gurur duyulası, onur duyulası bir sonuç... Hem de sanata sahip çıkmaya bunca ihtiyaç duyduğumuz böylesi günlerde... Kalbim güm güm attı, kalkıp sahneden ellerini öpmek istedim tek tek.

Bence bu eserde dikkat çekilmesi gereken bir nokta daha var. Sahnede aşkı, partiyi, dansı, geçmiş zamanları anlatmak alışılagelmiş senaryolardır ve hepsini anlatmanın çeşitli yolları, mimikleri, sanatçıların kullandığı bireysel beden dilleri vardır. Ama bu eseri izlerken fark ettim ki, ekip belki en zor olan alanlardan birini daha başarıyla yönetmiş. Savaş, kavga ve dövüş sahneleri... Bedeni kullanıp yöneten bir sanatçının aynı anda bir savaş aletini kullanması ve bunu izleyiciye adeta gerçekmiş gibi hissettirebilmesi ve bunu karşıdaki bedeni de son derece ustalıkla hizalayarak yapabilmesi başarı gerektiriyor. Çok başarılılardı...

Eserin final bölümünde yer alan ölüm sahnesi ise, insanı oturduğu koltukta sürekli yutkunur hale getiriyordu. Ölüm hiç kimsenin kabul edebildiği bir gerçeklik değilken, henüz doyasıya yaşanamamış bir aşkın ölümünün üzerinden gelebilmek... Sahne nasıl olsa uzak diye düşünmemek lazım, mimikler, sahnelenen eserin nasıl da hissedilerek sahneye konduğunu öyle güzel yansıtıyor ki, sanatlarının önünde saygıyla eğilmek gerek...

Romeo ve Juliet-final

Aşk ve ölüm düşmanlık tanımaz...
Mercutio rolünde dönüşümlü olarak Sertan Yetkinoğlu ve Hazar Özideş, Tybalt rolünde ise dönüşümlü olarak Dolun Doyran ve Yiğit Erhan çıkıyor karşımıza... Lady Montegue'i Göksu Kaçan ve Lord Montegue'i ise Güçlü Kılıç'ın canlandırdığı temsil 22 Kasım, 8-10 Aralık ve 25-28 Şubat 2017 tarihlerinde yeniden sahnede olacak. Bu şahane eser için neredeyse tüm biletler tükenmiş olsa da, şansınızı denemeye fazlaca değer. Davetiyesini şimdiden almış olanlara keyifli seyirler...

Aşkın tadı damağınızda, sesi kulaklarınızda, izi ruhunuzda kalacak... Tebrikler İZDOB! Sanatınız ayakta alkışlanır güzellikte ve tabii kıymette...

Tüm castlar ve eser hakkında detaylı bilgi için: https://secure.dobgm.gov.tr/opera2013/devopera.aspx?Mud=3#

Romeo ve Juliet-Aşk düşmanlık tanımaz (İzmir Devlet Opera ve Balesi)



10 Kasım 2016 Perşembe

Beni Affet: Kozan Villası’ndan Mesaj Var!


Dizileri hayatın içinden kılan, oyuncularının hayatın tam da içinden olması, her birimizin bir parçasına, bir yüzüne ayna tutmasıdır belki de... Onlarda kendimizi görür, kendimizde gördüklerimizle dünyayı algılarız... 

Beni Affet ile ilgili Ranini Tv’ye yazı sunmaya başladığımda, bir gün dizinin güzel oyuncularıyla yolumun kesişeceğini, hatta ve hatta yönetmenlerinin bir hocamızın öğrencisi çıkacağını ve bu sayede en büyük hayallerimden biri olan bir dizi setine konuk olmanın gerçeğim olacağını hiç düşünmemiştim. Ama hayatın içinde en güzel gerçekler, bazen tek bir hayalle başlar derler... Doğruymuş... “Ha gittim, ha gidicem” derken, o heyecanla beklenen hafta sonu geldi. Bana da avucumda Beni Affet seti ve Kozan villasının saklı cennetinden kalanları, sizlerden gelen mesajlarda heyecanla o anları anlatmamı bekleyen kalplere taşımak kaldı.Maalesef Ranini Tv dizi oyuncularıyla röportajları kendisi programlamak ve yapmak istediğinden, ben bu yazıyı sizlerle kendi bloğum üzerinden paylaşmayı uygun buldum. 


06 NY... plakalı siyah jip, MGA yapım stüdyolarında karşılaşıp tanıdığım ilk kareydi. Görünce, siyahın insanı bazen nasıl gülümsettiğini düşündüm. O jeep, Bulut’un sıklıkla karşımıza içinde çıktığı, kahramanlık hikayelerine dört tekeriyle imza atan jeepin ta kendisi... Kemal'in eski jeepine benzer olması gerektiğinden bu kadar yakın bir model kullanılmış. Öyle ki ben bile bir an aynı araç sandım...

Stüdyolarda beni çok renkli bir ekip karşıladı, hatta ve hatta asansörün kapısı açılıp da karşımda siyah deri ceketiyle Demir’i görüverince, daha doğrusu onun Demir’in ta kendisi olduğunu idrak edince, her ne kadar o paldır küldür asansöre daldığı için konuşma şansım olmasa da, benim için renkli bir başlangıç olmuş oldu denilebilir! MGA Yapım stüdyolarında beni Sevgili Didar Evren Günuğur karşıladı... Onun sıcacık gülümsemesiyle ve benim sürekli ekranda gördüğüm mekanda hoplaya zıplaya merdivenler arasında inip çıkışımla turumuza başladık.


MGA yapım platoları, Savaş komiserin ofisi, karakol, Bahar ve Demir’in yatak odaları, Sedat-Feride-Cüney üçlüsünün şirketleri, Kader ve Mahir’in evi, güneş bebeğin eski odası gibi pek çok sahnenin çekildiği mekana da ev sahipliği yapıyor. Işıklar kapalı olduğu için çektiğim resimler pek renkli olamasa da, setin perde arkasını görmek beni hayli mutlu etti...





Orada yaptığım keyifli bir kahvaltının ardından –üç beş zeytin, bir yumurta ve demli çay her daim candır- düştük yollara... Hedef yemyeşil çimleriyle Kozan villası! Yolda, beni oraya götüren arkadaş şimdi ismini hatırlamasam da bana yol boyu çok keyifli bir sohbette eşlik etti... Setten, setteki olaylardan, oyuncuların güzel kalplerinden, hatta ve hatta dünyanın durumundan, insanların kimliklerinin gölgelerinden sıyrıldıklarında aslında ne kadar bir ve aynı olduklarından, samimiyetin esasından bile bahsettik. 

Kozan villasına ulaştığımda, bahçe kapısının görkemi ve yeşilliklerin tazeliği benim derin derin nefesler almama neden oldu, hiç abartısı yok, tazelendim. Hem de daha ilk anda... Yeşili kalbime doldururken, villanın içinde Kozanların salonunda devam eden çekimlerin ortasına doğru yürüdüm...

İçerde Şeyma Korkmaz, Ulviye Karaca, Zeynep Yasa  ve Nusret Şenay sevgili Bergüzar Demiroğlu’nun son derece titiz ama bir o kadar içten yönetiminde hummalı bir çekimin tam ortasındaydılar. 

Feride sen böyle bir şeyi nasıl yaparsın! Hasret’in elinden çocuğunu nasıl alırsın!”


İşte böyle, Feride’nin gözlerinin dolu dolu olduğu, yanlış anlaşılmanın, pardon daha doğrusu anlaşılamamanın bütün girdabını içinde yaşadığı gelgitlere gebe bir çekimle merhaba dedim bu güzel ekibe... Bir bardak dostluk kokan sıcak çay eşliğinde, çöktüm dizinin güzel yönetmeninin yanındaki tabureye... Kalbim pır pır, set ortamına ilk kez girmiş olmanın verdiği tatlı bir heyecan, ama ondan daha önemlisi uzun zamandır tanışmayı beklediğim bu güzel insanlara ilk merhabanın beni beklemesinin mutluluğu ile daldım gittim çekimlere...

Set ortamı çok renkli... Özellikle değerli tiyatrocu Ulviye Karaca’nın bir yanı hala çocuk kalbi, saf sevgisi ve enerjisi ortama öyle güzel bir ahenk katıyordu ki, enerjisinden ruhum tazelendi. Onlar Kozan villasının mor koltuklarında çekimlerine devam ederken, aslında sinema televizyon sektörünün ne kadar zorlu ve yorucu, emek isteyen bir iş olduğuna bir kez daha şahit oldum.  Bizim o televizyonda farklı açılardan yakın çekim karelerle izlediğimiz birkaç dakika, arka arkaya, her defasında farklı açılardan ve her seferinde farklı  bir karaktere yapılan yakın plan çekimlerle tamamlanan uzun bir süreç aslında... Ve kalbinin güzelliği ruhuna yansıyan sevgili Bergüzar Demiroğlu ise, bu güzel çekimler esnasında son derece titiz ve ciddi! Zaten diziyi yaşanır kılan da bu ekibin titiz ve ahenkli çalışması sanırım...


Çekim arası set çok eğlenceli, pek tatlı. İlk merhabaların ardından başlayan tatlı sohbetimizle birlikte, bu güzel insanların sıcacık kalplerine de dokunma şansım oldu. Kozan villasının mavi havuzunun yanında oturup sohbet ederken, çok sevgili Ulviye Karaca ve Zeynep Yasa’nın kocaman ruhlarına merhaba dedim. 



Öyle güzel insanlar ki, hangi bir güzelliklerini anlatayım bilemedim. Ulviye hanımla hayatın derinliğinden söz ederken, kendimi hiç bilmediğim bir zamanın hiç bilmediğim bir yerinden tanışıyormuşuz gibi hissederken buldum. Sohbet esnasında hayattan, kaderden, insan kesişmelerinden bahsederken, içimden bir ses hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bir daha yineledi bana... 

Belki de en renkli anlardan biri, Zeynep Aytek Metin ve Ulviye Karaca’nın çocuksu ruhlarıyla şen şakrak söyledikleri şarkılardı:

Unut sevme beniii, bu aşkın sonuuu, ne yazık ki hüsran gözyaşı dolu!”

Ulviye Hanım’a “Size dizide en yakın gelen karakter hangisi?” diye sorduğumda, “Nazire!” demesinden de belli aslında ruhlarının benzerliği. 

Hadi bir daha söyleyin de kaydediyim” dediğimde beni hiç kırmadan başladılar aynı tonda, hayatın frekansına uyum sağlar nitelikte şarkıyı yeniden seslendirmeye... Çekimi bitirdiğimde, yüzümde kocaman, samimi bir gülümseme vardı.


Önce çekingen çekingen duran ben, öğle yemeği molalarında açılıp şakımaya başladım. Bu arada sete gelen Murat Danacı, yani o pek çoğunuzun hayranlıkla izlediği Cüneyt Kozan da diline dolanan bir “Alarko kombi” melodisiyle ortama bambaşka bir eğlence katınca, birden kendimi onların dünyasına dahil oluvermiş buldum. Ordan burdan konuşulurken, laf dizinin senaristlerine de gelmedi değil.

“Onların ayrı bir dünyaları var galiba...” diyiverdiğimde, değerli tiyatrocu Nusret Şenay’ın bakışının anlamını hala çok net hatırlıyorum. “Tam isabet” der gibiydi... Bu arada hemen belirtelim, Nusret beye en yakın gelen dizi karakteri taa en başından beri Eylül’müş. 


Sevgili Şeyma... Güzeller güzeli Feride... En sevdiği renk mavi... Belki de o nedenle ruhu ruhuma bu kadar yakın duruyor, kimbilir... Şeyma’nın diziye Feride karakteri olarak katılması kaderin bir eseri aslında. Yeğeninin rahatsızlığından dolayı, beş altı kez reddetmek zorunda kalmış rolü. Ama yapımcılar vazgeçmemiş, tutmuşlar Şeyma’yı kalbinden, ondan şahane bir Feride yaratıvermişler. İyi ki de yapmışlar bence! Kendisi Feride karakteri ile arasında hiçbir benzerlik olmadığını söylüyor ama, bana kalırsa saf kalpleri ve hayata, iyiliğe inanan yanlarıyla taşıdıkları benzerlikler var Şeyma ile Feride’nin.  Türkiye’de öyle ya da böyle belli bir rol sektörünün şekillenmeye başladığı bu dönemlerde, içinde iyilik olmayan biri “iyi” bir rolün hakkını bu kadar veremez yoksa... Sarı saçları, kendinden nazar boncuğu maviş maviş gözleriyle, iyiliğin resmini anımsattı bana...



En büyük hayalini kendisine saklasa da, en büyük korkusu yükseklikmiş onun! Dönme dolaba bindiği bir seferinde tepesinde bayılıvermiş, o derece yani! Hani o hiçbir şeyden korkmaz Feride’nin Şeyma’sı, soyadına inat belki de hayatta bir tek yükseklikten korkuyormuş. Çünkü o da hepimiz gibi insan, başını yastığa koyduğunda kalbini hoplatan hayalleri, ruhunu titreten acıları, zihnine hükmeden korkuları var...  Dizi sektörünü bireylerin kendisinin yorumlayabildigi, kafalarında kurdukları şeyleri yansıtabildikleri, üzerinde çok fazla şey deneyebildikleri bir meslek alanı olduğu için oldukça keyifli buluyor. Güzel sanatlar okumuş Şeyma, aslında resim öğretmeni... O nedenle bunun tüm alanları ona “özgürlük” gibi geliyor... 

En çok oynamak istediği rolü merak ettiğimde, “Başroller herzaman doğru, temiz ve saftır ülkemizdeki dizilerde. O yüzden kesinlikle kırmızı çizgileri olmayan coşturabileceğim bir karakter olmasını isterim.” diyor ve bunun kendisini zorlayabilecek, sınırlarını aşmasına vesile olabilecek bir karakter olmasını istediğine de dikkat çekiyor.

Gelelim pek çoğumuzun gıptayla baktığı Feride ve Cüneyt ikilisine... Onlar çoğu insanın derinde bir yerde hayal ettiği tarzda bir aşkı yansıtıyor ekrana. Yaşamdaki pek çok faktöre, kötülüğe, entrikaya, başka insanlara, yani aslında kısaca yaşamın kendisine rağmen devam eden güçlü bir bağlılık var ekranda, senaryoda, karakterlerde... Şeyma’ya göre, Cüneyt ve Feride çifti aslında hiç sorun yaşamayan, tüm sorunlarının dış faktörlerden doğdunu görebileceğimiz, ilişkilerinde biraz fevri kararlar verebilen bir çift...


Şeyma’dan dizinin yönetmeni sevgili Bergüzar Demiroğlu’na bir mesaj vermesini rica ettiğimde şunları söyledi:

Bergüzar hoca benim Beni Affet’te tanıdığım, hocam, iş arkadaşım dışında biri değildi. Taa ki ablamın başına gelen talihsiz korkunç olaydan sonrasına dek... Elinden gelen sadece yanımda olmaktı, ki başka ne istenir, davalarda beni yalnız bırakmayan ve yanımda olduğunu hissettiren güzel kalpli insan, elinden geldiğince yükümden almaya çalıştı! Ben şimdi ona sadece hoca, iş arkadaşım diyemem, dost olmuş meğer! Sağol, var ol Bergüm!”


Ve gelelim en sona sakladığım, en güzel mesajına Şeyma’nın... Bu mesaj siz sevgili izleyenlere... Diyor ki:
“Altı sezondur bizi yalnız bırakmadıkları için çok çok çok teşekkür ediyorum onlara. Onların sadık oluşu bizim uzun ömürlü olmamızı sagladı.” Bu arada da, hayatın rutin değişimlerinden, insanların bireysel kader yollarından dolayı son sezonda dizide meydana gelen değişimler sonrası izleyicilerden gelen tepkilere ilişkin bir mesaj vermekten de geri kalmıyor... Ve bu konudaki sözlerinin altına imzamı atarım.

“Bana çok fazla mesajlar geliyor dizi saçmaladı gibi... Bu konuyla ilgili yetkili kişi ben değilim ve bir de gerçekten çok acımasız yorumlar yapıyorlar. Bu bir günlük dizi... Her gün bir olay yazmak senaristler içinde oldukça zor. Haftalık dizilerle bizim dizinin konusu arasında hiçbir fark yok, sadece onlar haftanın bir günü yayınlandıgı için bir gecede (120 dk) olayı anlatıyorlar, bizde haftada her gün 255 dakikada anlatıyoruz. Bu da olayları sürdürmek durumunda bırakıyor bizi!”

Hayat da diziler kadar gerçek bir kurgu aslında, tek fark, oradaki baş rol oyuncusunu izlemiyor, bizzat biz yaşatıyoruz yaşamın içinde... Set bizim hayatımız, baş rol oyuncusu biziz... Kozan villasında 5. Sezonun sonunda kurşun yağmuru yağan bahçeden ayrılırken, avuçlarımda kalan huzur, umut, hayaller, ve her şeye rağmen güzel günlere gebe bir dünyanın umuduydu aslında... 



Çocukları küçük kurşunlarla mı vururlar anne?” kelimelerinin yankılandığı bir dünyada, güzelliği yayabildiğimiz kadar insanca yaşıyoruz her birimiz. Beni Affet, hem kamera arkası ekibi, hem de oyuncularıyla son derece hayata dokunan bir yapım. Affetmenin en büyük erdem olduğu bir dünyada, bize kendi affedemediklerimizi, kendi duygularımızı, kendi hayal ve korkularımızı yansıtıyor. Günlük dizi olması sebebiyle bir kareyi bir bölüme yayarak vermelerinin gerekliliği dışında, bence dizide eleştirilecek hiçbir şey yok. Güzel insanların güzel enerjilerinin ve inancın gücünün sonuca ve ekrana yansıdığı, uzun soluklu bir başarı örneği...

Aslında eğer planlama değişmeseydi, gecekondu ekibi ile de tanışma şansım olacaktı ama o da başka bahara artık... Beni Affet, gücünü yapım ekibi kadar izleyicilerinin tutkulu bağlılığından da alan bir yapım. Gelecek günlerde çok daha hareketli sahnelere gebe bu yapımda bakalım daha neler olacak?


Son bir söz de benden; başta Bergüzar Demiroğlu olmak üzere, beni bu renkli ekibe bir günlüğüne de olsa dahil eden ve sıcacık yüreklerini benimle paylaşan tüm oyunculara, Nilay Emirmahmutoğlu dahil olmak üzere tüm set ekibine sonsuz teşekkür ediyorum! İyi ki “Beni Affet”e inandınız... İyi ki bizi de güzel kalplerinize inandırdınız! Size hiç nazar değmesin...