10 Kasım 2016 Perşembe

Beni Affet: Kozan Villası’ndan Mesaj Var!


Dizileri hayatın içinden kılan, oyuncularının hayatın tam da içinden olması, her birimizin bir parçasına, bir yüzüne ayna tutmasıdır belki de... Onlarda kendimizi görür, kendimizde gördüklerimizle dünyayı algılarız... 

Beni Affet ile ilgili Ranini Tv’ye yazı sunmaya başladığımda, bir gün dizinin güzel oyuncularıyla yolumun kesişeceğini, hatta ve hatta yönetmenlerinin bir hocamızın öğrencisi çıkacağını ve bu sayede en büyük hayallerimden biri olan bir dizi setine konuk olmanın gerçeğim olacağını hiç düşünmemiştim. Ama hayatın içinde en güzel gerçekler, bazen tek bir hayalle başlar derler... Doğruymuş... “Ha gittim, ha gidicem” derken, o heyecanla beklenen hafta sonu geldi. Bana da avucumda Beni Affet seti ve Kozan villasının saklı cennetinden kalanları, sizlerden gelen mesajlarda heyecanla o anları anlatmamı bekleyen kalplere taşımak kaldı.Maalesef Ranini Tv dizi oyuncularıyla röportajları kendisi programlamak ve yapmak istediğinden, ben bu yazıyı sizlerle kendi bloğum üzerinden paylaşmayı uygun buldum. 


06 NY... plakalı siyah jip, MGA yapım stüdyolarında karşılaşıp tanıdığım ilk kareydi. Görünce, siyahın insanı bazen nasıl gülümsettiğini düşündüm. O jeep, Bulut’un sıklıkla karşımıza içinde çıktığı, kahramanlık hikayelerine dört tekeriyle imza atan jeepin ta kendisi... Kemal'in eski jeepine benzer olması gerektiğinden bu kadar yakın bir model kullanılmış. Öyle ki ben bile bir an aynı araç sandım...

Stüdyolarda beni çok renkli bir ekip karşıladı, hatta ve hatta asansörün kapısı açılıp da karşımda siyah deri ceketiyle Demir’i görüverince, daha doğrusu onun Demir’in ta kendisi olduğunu idrak edince, her ne kadar o paldır küldür asansöre daldığı için konuşma şansım olmasa da, benim için renkli bir başlangıç olmuş oldu denilebilir! MGA Yapım stüdyolarında beni Sevgili Didar Evren Günuğur karşıladı... Onun sıcacık gülümsemesiyle ve benim sürekli ekranda gördüğüm mekanda hoplaya zıplaya merdivenler arasında inip çıkışımla turumuza başladık.


MGA yapım platoları, Savaş komiserin ofisi, karakol, Bahar ve Demir’in yatak odaları, Sedat-Feride-Cüney üçlüsünün şirketleri, Kader ve Mahir’in evi, güneş bebeğin eski odası gibi pek çok sahnenin çekildiği mekana da ev sahipliği yapıyor. Işıklar kapalı olduğu için çektiğim resimler pek renkli olamasa da, setin perde arkasını görmek beni hayli mutlu etti...





Orada yaptığım keyifli bir kahvaltının ardından –üç beş zeytin, bir yumurta ve demli çay her daim candır- düştük yollara... Hedef yemyeşil çimleriyle Kozan villası! Yolda, beni oraya götüren arkadaş şimdi ismini hatırlamasam da bana yol boyu çok keyifli bir sohbette eşlik etti... Setten, setteki olaylardan, oyuncuların güzel kalplerinden, hatta ve hatta dünyanın durumundan, insanların kimliklerinin gölgelerinden sıyrıldıklarında aslında ne kadar bir ve aynı olduklarından, samimiyetin esasından bile bahsettik. 

Kozan villasına ulaştığımda, bahçe kapısının görkemi ve yeşilliklerin tazeliği benim derin derin nefesler almama neden oldu, hiç abartısı yok, tazelendim. Hem de daha ilk anda... Yeşili kalbime doldururken, villanın içinde Kozanların salonunda devam eden çekimlerin ortasına doğru yürüdüm...

İçerde Şeyma Korkmaz, Ulviye Karaca, Zeynep Yasa  ve Nusret Şenay sevgili Bergüzar Demiroğlu’nun son derece titiz ama bir o kadar içten yönetiminde hummalı bir çekimin tam ortasındaydılar. 

Feride sen böyle bir şeyi nasıl yaparsın! Hasret’in elinden çocuğunu nasıl alırsın!”


İşte böyle, Feride’nin gözlerinin dolu dolu olduğu, yanlış anlaşılmanın, pardon daha doğrusu anlaşılamamanın bütün girdabını içinde yaşadığı gelgitlere gebe bir çekimle merhaba dedim bu güzel ekibe... Bir bardak dostluk kokan sıcak çay eşliğinde, çöktüm dizinin güzel yönetmeninin yanındaki tabureye... Kalbim pır pır, set ortamına ilk kez girmiş olmanın verdiği tatlı bir heyecan, ama ondan daha önemlisi uzun zamandır tanışmayı beklediğim bu güzel insanlara ilk merhabanın beni beklemesinin mutluluğu ile daldım gittim çekimlere...

Set ortamı çok renkli... Özellikle değerli tiyatrocu Ulviye Karaca’nın bir yanı hala çocuk kalbi, saf sevgisi ve enerjisi ortama öyle güzel bir ahenk katıyordu ki, enerjisinden ruhum tazelendi. Onlar Kozan villasının mor koltuklarında çekimlerine devam ederken, aslında sinema televizyon sektörünün ne kadar zorlu ve yorucu, emek isteyen bir iş olduğuna bir kez daha şahit oldum.  Bizim o televizyonda farklı açılardan yakın çekim karelerle izlediğimiz birkaç dakika, arka arkaya, her defasında farklı açılardan ve her seferinde farklı  bir karaktere yapılan yakın plan çekimlerle tamamlanan uzun bir süreç aslında... Ve kalbinin güzelliği ruhuna yansıyan sevgili Bergüzar Demiroğlu ise, bu güzel çekimler esnasında son derece titiz ve ciddi! Zaten diziyi yaşanır kılan da bu ekibin titiz ve ahenkli çalışması sanırım...


Çekim arası set çok eğlenceli, pek tatlı. İlk merhabaların ardından başlayan tatlı sohbetimizle birlikte, bu güzel insanların sıcacık kalplerine de dokunma şansım oldu. Kozan villasının mavi havuzunun yanında oturup sohbet ederken, çok sevgili Ulviye Karaca ve Zeynep Yasa’nın kocaman ruhlarına merhaba dedim. 



Öyle güzel insanlar ki, hangi bir güzelliklerini anlatayım bilemedim. Ulviye hanımla hayatın derinliğinden söz ederken, kendimi hiç bilmediğim bir zamanın hiç bilmediğim bir yerinden tanışıyormuşuz gibi hissederken buldum. Sohbet esnasında hayattan, kaderden, insan kesişmelerinden bahsederken, içimden bir ses hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bir daha yineledi bana... 

Belki de en renkli anlardan biri, Zeynep Aytek Metin ve Ulviye Karaca’nın çocuksu ruhlarıyla şen şakrak söyledikleri şarkılardı:

Unut sevme beniii, bu aşkın sonuuu, ne yazık ki hüsran gözyaşı dolu!”

Ulviye Hanım’a “Size dizide en yakın gelen karakter hangisi?” diye sorduğumda, “Nazire!” demesinden de belli aslında ruhlarının benzerliği. 

Hadi bir daha söyleyin de kaydediyim” dediğimde beni hiç kırmadan başladılar aynı tonda, hayatın frekansına uyum sağlar nitelikte şarkıyı yeniden seslendirmeye... Çekimi bitirdiğimde, yüzümde kocaman, samimi bir gülümseme vardı.


Önce çekingen çekingen duran ben, öğle yemeği molalarında açılıp şakımaya başladım. Bu arada sete gelen Murat Danacı, yani o pek çoğunuzun hayranlıkla izlediği Cüneyt Kozan da diline dolanan bir “Alarko kombi” melodisiyle ortama bambaşka bir eğlence katınca, birden kendimi onların dünyasına dahil oluvermiş buldum. Ordan burdan konuşulurken, laf dizinin senaristlerine de gelmedi değil.

“Onların ayrı bir dünyaları var galiba...” diyiverdiğimde, değerli tiyatrocu Nusret Şenay’ın bakışının anlamını hala çok net hatırlıyorum. “Tam isabet” der gibiydi... Bu arada hemen belirtelim, Nusret beye en yakın gelen dizi karakteri taa en başından beri Eylül’müş. 


Sevgili Şeyma... Güzeller güzeli Feride... En sevdiği renk mavi... Belki de o nedenle ruhu ruhuma bu kadar yakın duruyor, kimbilir... Şeyma’nın diziye Feride karakteri olarak katılması kaderin bir eseri aslında. Yeğeninin rahatsızlığından dolayı, beş altı kez reddetmek zorunda kalmış rolü. Ama yapımcılar vazgeçmemiş, tutmuşlar Şeyma’yı kalbinden, ondan şahane bir Feride yaratıvermişler. İyi ki de yapmışlar bence! Kendisi Feride karakteri ile arasında hiçbir benzerlik olmadığını söylüyor ama, bana kalırsa saf kalpleri ve hayata, iyiliğe inanan yanlarıyla taşıdıkları benzerlikler var Şeyma ile Feride’nin.  Türkiye’de öyle ya da böyle belli bir rol sektörünün şekillenmeye başladığı bu dönemlerde, içinde iyilik olmayan biri “iyi” bir rolün hakkını bu kadar veremez yoksa... Sarı saçları, kendinden nazar boncuğu maviş maviş gözleriyle, iyiliğin resmini anımsattı bana...



En büyük hayalini kendisine saklasa da, en büyük korkusu yükseklikmiş onun! Dönme dolaba bindiği bir seferinde tepesinde bayılıvermiş, o derece yani! Hani o hiçbir şeyden korkmaz Feride’nin Şeyma’sı, soyadına inat belki de hayatta bir tek yükseklikten korkuyormuş. Çünkü o da hepimiz gibi insan, başını yastığa koyduğunda kalbini hoplatan hayalleri, ruhunu titreten acıları, zihnine hükmeden korkuları var...  Dizi sektörünü bireylerin kendisinin yorumlayabildigi, kafalarında kurdukları şeyleri yansıtabildikleri, üzerinde çok fazla şey deneyebildikleri bir meslek alanı olduğu için oldukça keyifli buluyor. Güzel sanatlar okumuş Şeyma, aslında resim öğretmeni... O nedenle bunun tüm alanları ona “özgürlük” gibi geliyor... 

En çok oynamak istediği rolü merak ettiğimde, “Başroller herzaman doğru, temiz ve saftır ülkemizdeki dizilerde. O yüzden kesinlikle kırmızı çizgileri olmayan coşturabileceğim bir karakter olmasını isterim.” diyor ve bunun kendisini zorlayabilecek, sınırlarını aşmasına vesile olabilecek bir karakter olmasını istediğine de dikkat çekiyor.

Gelelim pek çoğumuzun gıptayla baktığı Feride ve Cüneyt ikilisine... Onlar çoğu insanın derinde bir yerde hayal ettiği tarzda bir aşkı yansıtıyor ekrana. Yaşamdaki pek çok faktöre, kötülüğe, entrikaya, başka insanlara, yani aslında kısaca yaşamın kendisine rağmen devam eden güçlü bir bağlılık var ekranda, senaryoda, karakterlerde... Şeyma’ya göre, Cüneyt ve Feride çifti aslında hiç sorun yaşamayan, tüm sorunlarının dış faktörlerden doğdunu görebileceğimiz, ilişkilerinde biraz fevri kararlar verebilen bir çift...


Şeyma’dan dizinin yönetmeni sevgili Bergüzar Demiroğlu’na bir mesaj vermesini rica ettiğimde şunları söyledi:

Bergüzar hoca benim Beni Affet’te tanıdığım, hocam, iş arkadaşım dışında biri değildi. Taa ki ablamın başına gelen talihsiz korkunç olaydan sonrasına dek... Elinden gelen sadece yanımda olmaktı, ki başka ne istenir, davalarda beni yalnız bırakmayan ve yanımda olduğunu hissettiren güzel kalpli insan, elinden geldiğince yükümden almaya çalıştı! Ben şimdi ona sadece hoca, iş arkadaşım diyemem, dost olmuş meğer! Sağol, var ol Bergüm!”


Ve gelelim en sona sakladığım, en güzel mesajına Şeyma’nın... Bu mesaj siz sevgili izleyenlere... Diyor ki:
“Altı sezondur bizi yalnız bırakmadıkları için çok çok çok teşekkür ediyorum onlara. Onların sadık oluşu bizim uzun ömürlü olmamızı sagladı.” Bu arada da, hayatın rutin değişimlerinden, insanların bireysel kader yollarından dolayı son sezonda dizide meydana gelen değişimler sonrası izleyicilerden gelen tepkilere ilişkin bir mesaj vermekten de geri kalmıyor... Ve bu konudaki sözlerinin altına imzamı atarım.

“Bana çok fazla mesajlar geliyor dizi saçmaladı gibi... Bu konuyla ilgili yetkili kişi ben değilim ve bir de gerçekten çok acımasız yorumlar yapıyorlar. Bu bir günlük dizi... Her gün bir olay yazmak senaristler içinde oldukça zor. Haftalık dizilerle bizim dizinin konusu arasında hiçbir fark yok, sadece onlar haftanın bir günü yayınlandıgı için bir gecede (120 dk) olayı anlatıyorlar, bizde haftada her gün 255 dakikada anlatıyoruz. Bu da olayları sürdürmek durumunda bırakıyor bizi!”

Hayat da diziler kadar gerçek bir kurgu aslında, tek fark, oradaki baş rol oyuncusunu izlemiyor, bizzat biz yaşatıyoruz yaşamın içinde... Set bizim hayatımız, baş rol oyuncusu biziz... Kozan villasında 5. Sezonun sonunda kurşun yağmuru yağan bahçeden ayrılırken, avuçlarımda kalan huzur, umut, hayaller, ve her şeye rağmen güzel günlere gebe bir dünyanın umuduydu aslında... 



Çocukları küçük kurşunlarla mı vururlar anne?” kelimelerinin yankılandığı bir dünyada, güzelliği yayabildiğimiz kadar insanca yaşıyoruz her birimiz. Beni Affet, hem kamera arkası ekibi, hem de oyuncularıyla son derece hayata dokunan bir yapım. Affetmenin en büyük erdem olduğu bir dünyada, bize kendi affedemediklerimizi, kendi duygularımızı, kendi hayal ve korkularımızı yansıtıyor. Günlük dizi olması sebebiyle bir kareyi bir bölüme yayarak vermelerinin gerekliliği dışında, bence dizide eleştirilecek hiçbir şey yok. Güzel insanların güzel enerjilerinin ve inancın gücünün sonuca ve ekrana yansıdığı, uzun soluklu bir başarı örneği...

Aslında eğer planlama değişmeseydi, gecekondu ekibi ile de tanışma şansım olacaktı ama o da başka bahara artık... Beni Affet, gücünü yapım ekibi kadar izleyicilerinin tutkulu bağlılığından da alan bir yapım. Gelecek günlerde çok daha hareketli sahnelere gebe bu yapımda bakalım daha neler olacak?


Son bir söz de benden; başta Bergüzar Demiroğlu olmak üzere, beni bu renkli ekibe bir günlüğüne de olsa dahil eden ve sıcacık yüreklerini benimle paylaşan tüm oyunculara, Nilay Emirmahmutoğlu dahil olmak üzere tüm set ekibine sonsuz teşekkür ediyorum! İyi ki “Beni Affet”e inandınız... İyi ki bizi de güzel kalplerinize inandırdınız! Size hiç nazar değmesin...











2 yorum: